(Kitap-lık dergisinin 111. sayısında (Ağustos - 2007) yayımlandı)
Toplumsal gerçeğin sanat eseri içinde temsili üzerine düşünmenin uzun tarihini özetlemek kolay değil. Birbiri içine geçmiş pek çok farklı anlama biçimi çıkıyor karşımıza. Ama en kaba haliyle şöyle bir genelleme mümkün görünüyor: Estetik tarihine baktığımızda önceleri meselenin sadece temsilin, onu önceleyen gerçekle kurduğu ilişki olduğunun düşünüldüğünü görüyoruz. Basitleştirerek söylersek bu görüş açısından sanat eseri gerçeğin dolaylı ya da dolaysız bir yansımasından başka bir şey değil. Fakat bugün öne çıkan yaklaşım çok farklı, zira artık işin içine temsilin kurucu gücü girmiş durumda. Buna göre anlatılan gerçeği kuran, oluşturan şeyin ta kendisi temsil.
Dolayısıyla gerçekliğe dair şüphenin temsilin gerçeği yansıtma kabiliyetine dair şüpheyle iç içe geçtiği bir anlama biçiminin içindeyiz. Burada eserde anlatılanın bir ortak geçmişe ait olması, sorunsalı iyice karmaşık hale getiriyor. Çünkü bu durumda geçmiş pek çok başka anlatı içinde zaten yaratılmış durumda. Sanat eseri içinde yeniden yaratılan geçmiş bu anlatı kümesiyle zorunlu bir alışveriş içerisinde bulunuyor ve bu alışveriş boyunca hem şekilleniyor hem de var olan kümeyi şekillendiriyor.
Türkçe edebiyatı tartışırken de, esasında bu sorunun tam göbeğindeyiz. Bakılırsa, son dönemlerde ulusal anlatının nasıl oluştuğu üzerine yazıların ya da ulusal kanonun varlığı üzerine tartışmaların hızla arttığı görülecek. Tüm bu çalışmaların içinde 19. yüzyıl modern Osmanlı edebiyatı bir köken edebiyat sunduğu için önemseniyor. Şu da var ki, Osmanlı’nın son çağına başından beri belli ölçüde romanların içinden bakıyoruz. Bugün artık iyice kanıksamış olduğumuz “Aşırı Batılılaşma”, “züppelik”, “özünü kaybetmeden Batılılaşma” ya da üzerinde giderek daha çok düşünmeye başladığımız “kadınsılaşma endişesi”, “transvestit karakterler ve kültür” gibi kavram öbekleri hem romanları hem Osmanlı zihniyetini anlamaya yönelik melez bir çabanın araçları. Bu araçlar Osmanlı tarihi bağlamından tüm bir modernleşme tarihini anlamaya teşmil edilebildikçe değerleniyorlar.
Toplumsal gerçeğin sanat eseri içinde temsili üzerine düşünmenin uzun tarihini özetlemek kolay değil. Birbiri içine geçmiş pek çok farklı anlama biçimi çıkıyor karşımıza. Ama en kaba haliyle şöyle bir genelleme mümkün görünüyor: Estetik tarihine baktığımızda önceleri meselenin sadece temsilin, onu önceleyen gerçekle kurduğu ilişki olduğunun düşünüldüğünü görüyoruz. Basitleştirerek söylersek bu görüş açısından sanat eseri gerçeğin dolaylı ya da dolaysız bir yansımasından başka bir şey değil. Fakat bugün öne çıkan yaklaşım çok farklı, zira artık işin içine temsilin kurucu gücü girmiş durumda. Buna göre anlatılan gerçeği kuran, oluşturan şeyin ta kendisi temsil.
Dolayısıyla gerçekliğe dair şüphenin temsilin gerçeği yansıtma kabiliyetine dair şüpheyle iç içe geçtiği bir anlama biçiminin içindeyiz. Burada eserde anlatılanın bir ortak geçmişe ait olması, sorunsalı iyice karmaşık hale getiriyor. Çünkü bu durumda geçmiş pek çok başka anlatı içinde zaten yaratılmış durumda. Sanat eseri içinde yeniden yaratılan geçmiş bu anlatı kümesiyle zorunlu bir alışveriş içerisinde bulunuyor ve bu alışveriş boyunca hem şekilleniyor hem de var olan kümeyi şekillendiriyor.
Türkçe edebiyatı tartışırken de, esasında bu sorunun tam göbeğindeyiz. Bakılırsa, son dönemlerde ulusal anlatının nasıl oluştuğu üzerine yazıların ya da ulusal kanonun varlığı üzerine tartışmaların hızla arttığı görülecek. Tüm bu çalışmaların içinde 19. yüzyıl modern Osmanlı edebiyatı bir köken edebiyat sunduğu için önemseniyor. Şu da var ki, Osmanlı’nın son çağına başından beri belli ölçüde romanların içinden bakıyoruz. Bugün artık iyice kanıksamış olduğumuz “Aşırı Batılılaşma”, “züppelik”, “özünü kaybetmeden Batılılaşma” ya da üzerinde giderek daha çok düşünmeye başladığımız “kadınsılaşma endişesi”, “transvestit karakterler ve kültür” gibi kavram öbekleri hem romanları hem Osmanlı zihniyetini anlamaya yönelik melez bir çabanın araçları. Bu araçlar Osmanlı tarihi bağlamından tüm bir modernleşme tarihini anlamaya teşmil edilebildikçe değerleniyorlar.