(11 Kasım 2011 tarihli Akşam Kitap'ta yayımlandı. Kitap eklerinin özensizliğine, yazıları bozma kabiliyetine bir kez daha ah vah edildi.)
Osman, İstanbul’a gelip han içindeki büroya yerleşir.
Burada sadece tadilat işleriyle uğraşmamakta, aynı zamanda işten arta kalan
bütün zamanını büroda geçirmekte, dışarıya olabildiğince az çıkmaktadır.
Oldukça küçük ve kapalı bir hayatı vardır. Fakat durum böyle devam etmez ve
kısa sürede bu kapalı hayatta delikler açılmaya başlar. Osman hanın nefes alıp
verdiğinin farkına varır ve kendisiyle aynı mekânı paylaşan insanların
hikâyelerine kulak kabartır. Bu hikayeler onu yeni bir hayatın kıyısına, biz
okuyucuları Osman’ın macerasının orta yerine götürür.
Bazı adamlar taşradan, sadece kentin kuraklığı olanından
değil, bazende içlerindeki taşradan, kentlere gelir; birbirleriyle konuşan,
didişen, sevişen insanlar arasına karışmayı, onlar gibi hatta onlara ait olmayı
umarlar. Kendilerini başkalarına söyleyebilecekleri o dili ararlar. Ama
kendilerine bahşedilmemiş bu dille konuşabilmek arzusu ve çabası çok zaman
trajiktir. Neticede yolun ortasında bir adım ileriye gidemeden kalır, oracıkta
öyle beklemekten başka yol bulamazlar. Artık geldikleri yere dönmek için de çok
geçtir.
Barış Andırınlı, Hayy Kitap tarafından yayınlanan ilk
romanı Kopoy’da tam da böyle bir
adamı hikâye ediyor. Doğduğu büyüdüğü kasabada kendi ayakları üzerinde
duramamış, hayatın vasatına karışamamış, nihayetinde eksik kalmış ama en
önemlisi artık bu eksiklikle yaşamaya tahamülü kalmamış bir genç adamın,
hasbelkader geldiği İstanbul’da kendini yeniden var etmeye çalışmasını
anlatıyor.
Kopoy’da Osman
bir karasevdanın ertesinde 30 yaşına kadar başıboş yaşamış bir genç adamdır.
Anasını, akrabalarını, dostlarını hayal kırıklığına uğratmış ve bu hayal
kırıklığı içinde artık yorulmuştur. Osman'ı düştüğü çukurdan çıkarmak isteyen
akrabaları zengin bir hemşehrisine rica minnet ona geçici bir iş bulurlar.
Genç adam hemşehrisinin İstanbul’da bir handa bulunan bürosunu boyayacak, tamir
edecek, eksiklerini giderecek ve sonunda da bir müşteri bulup kiraya
verecektir. Akrabaları bu küçük işin onu dünyaya iade edeceğini, yaşamla
dolduracağını ve böylelikle Osman’ın iyileşeceğini umarlar. Bu umut tek yönlü
değildir, okuyucu Osman’ın da gizli gizli aynı umutla dolu olduğunu hisseder.
Zira genç adamın artık kasabada adım atacak yeri, öne sürecek bahanesi, itiraz
edecek hali kalmamıştır.
Bu hikayelerin en önemlisini ve romanın merkezinde
olanını başlatan Osman’ın çocukluk yıllarından arkadaşı Kerem’le
karşılaşmasıdır. Kerem, Osman’ın pek çok bakımdan tam tersidir. Ortada yeni
filizlenmeyen, daha çocukken kendini gösteren bir iktidar farkı vardır: Osman
ne kadar zayıfsa Kerem o kadar kuvvetlidir. Şu karşılaşma anında da
koordinatların değişmediği anlaşılır. Kerem, banka müfettişi olmuş, hayatını
kurmuş, para kazanmış, dünyalıların sefil bulmadığı bir yolda kuvvetini
yitirmeden yürümüştür. Üstüne, Osman’ın tadilatını yaptığı büronun karşısındaki
reklam ajansında çalışan güzel Banu’yla beraberdir. Çocukluk arkadaşı kurtuluş
için bir son çıkış ararken, o çoktan kendisini kurtarmıştır.
Osman, Kerem ve Banu’yla tanışmasının hemen ardından
ikisinin hayatına dahil olur. Kerem’le Banu’nun görünen hikâyesinin ardında
bambaşka hikâyeler olduğunu keşfeder, hatta o hikâyelerin parçası haline gelir.
Bu süreçte, Kerem’in iktidarının karanlık ve bunalımlı taraflarını görür ama
ürpererek bu iktidarın nasıl köklü olduğunu da fark eder. Banu’nun yaralanmış
melekliğiyle sarhoş olur ama bu melekliğin genç kadını kötülükten
ayrıştıramadığını, aksine onu nasıl derin bir sefaletle doldurduğunu da
öğrenir. Neticede, Banu ile Kerem arasında kendi hikâyesine daha çok batar ve
umudunu aşkla doldurup yeniden ayağa kalkmaya çalışır.
Osman’ın Kerem ve Banu’yla yaşadıkları hanın içinden
zengin bir kahramanlar ve hikâyeler galerisi ile çevrelenmiştir. Bütün bu
hikâyelerde Osman farklı güçsüzlük hallerine ve hikâyelerine dokunur. Kendisi
gibi yol ortasında kalmış, geçmişi üzerine kafa yoran ve umudu zayıflamış başka
insanların hikâyelerini dinler. Kopoy’un
başarısının nedenlerinden biri de bu birbirinden güzel hikâyelerin Osman’ın
macerasını besleyen zenginliğidir.
Romanın en kuvvetli özelliğinin dil olduğunu söylemek
abes olmayacak. Barış Andırınlı takdir edilesi bir dil işçisi. Romanda
anlattığı içli ve hüzünlü dünyayı somutlaştırabilmek için incelikle çalışılmış
akıcı, ahenkli, ritimli ve en önemlisi kendine özgü bir dil kurmayı başarmış. Kopoy’un evreninde sadece Osman değil
tüm kahramanlar bu dilin içinde nefes alıp veriyor, bu dilin ritmiyle ve
ahengiyle belirleniyor. Dolayısıyla Kopoy
var olan dışarıyı yansıtmak derdinde olan bir kitap değil; aksine farklı
ama tutarlı bir dille kendi dünyasını kuran, okuyucudan bu dilin kodlarına ve
kurallarına uymasını talep eden bir kitap.
İşte, bu dilin içinden yaratılan hüznün, dilin kuvvetiyle
beraber romanın her yanına sinmiş, kahramanları ve hikâyeleri belirleyen temel
duygu olduğu söylenebilir.
Andırınlı’nın dilinin kuvvetli mizahı, bu hüzne trajik bir tat katıyor
ve onun kuvvetini ve silinmezliğini okuyucunun zihnine nakşediyor. Kopoy’da olayların akışından çok, dilin
akışına ve böylece kendine has kapalı bir dünya kurmasına kapılıyoruz. Sonunda
romanın hakikatinin bu dilin ta kendisi, bu dilin temel yaratıcısının da
Osman’da ve yenilgisinde cisimlenmiş derin ve giderilemez hüzün olduğunu
anlıyoruz.
Kopoy başta bir
çıkış ya da kurtuluş romanı olarak düşünülebilir. Ama değil. Tam tersine,
kahraman çabaladıkça, hüzün, Osman’ı belirleyen tek silinmez hal olarak daha da
yayılıyor ve güçleniyor. Unutmamak lazım, gençliğinin erken yıllarında Osman
bir tersine azizdir. Yenilgiye rest çekmiştir. Hayatı topyekün bırakmak, tüm
sorumluluklardan, açık gizli anlaşmalardan, bağlayıcı duygulardan istifa etmek
ve dibe vurmaktan korkmamak, hatta acının sarhoş edeceği o dibi arzulamak; tüm
bu radikal geri çekilmeyi denemiştir. Düşüşün büyük bir özgürlük olduğu,
güçsüzlüğün eşi bulunmayacak bir hafiflik verdiği bu boyutta yaşamaya
dayanamamıştır ama. Kopoy’daki
hikâyenin başladığı yerde ise bir an alınteriyle ekmeğini kazanabileceği ve
Banu’yla bütün kayıplarını telafi edeceği yeni bir yaşamın hayalini kurmuştur.
Cesare Pavese’nin Bedrettin Cömert’in güzel çevirisiyle Türkçede var olmuş
mısralarındaki o romantik çağrıyla dolu olduğunu hissederiz kahramanımızın:
Hani yaz
ikindileri vardır
meydanlar
bomboş uzanır batan güneş altında,
geçip
gereksiz bitkilerle bir bulvardan
durur yalnız
adam.
Değer mi
bunca yalnızlık, gittikçe daha yalnız olmak için?
Boştur
yollar meydanlar yalnız gezildiğinde.
Oysa bir
kadın durdurmalı
konuşup da
birlikte yaşamaya inandırmalı,
yoksa hep
kendisiyle konuşur insan. bunun için de
kimi vakit
körkütük olur geceleri
ve anlatır
durmadan, anlatır yapıp edeceklerini.
Ama tıpkı
Pavese’nin şiirinde ve yaşam öyküsünde olduğu gibi Osman’ın hayata geri gelme
çabası giderilemez bir yenilgiyle malûldur. Onu büyüten, saklayan ve Osman
yapan ev—o silinmez taşra hüznü—kahramanın sırtına sıkı sıkıya bağlanmıştır ve
bu evi bırakıp gidebilmek de ona yeni bir şans bulmak için dönebilmek de mümkün
değildir. Tam da bunun için Kopoy “hep
kendisiyle konuşan” insanların trajedisinin romanıdır.
İşte Barış
Andırınlı’nın bu trajik metni okuyucusunu memleketin taşrasını ve kentini,
yengisini ve yenilgisini tekrar düşünmeye ve hissetmeye çağırıyor. Özgün, ince
işlenmiş ve derinlikli bir ilk roman olması hasebiyle de edebiyat alemine son
yılların en özel yazarlarından birini müjdeliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder