26.6.13

Beddua

Hesaplaşmak üzerine, bir gün hesabın kesileceği üzerine konuşuyor herkes. Herkes herkesi kendine bakmaya, adalete, hakkaniyete davet ediyor. Uyuyor bu davete bazen insan, kendini en sivri bıçaklarla deşmeye, içindeki kara'yı bulup çıkarmaya kalkıyor. Davete uymada, kendi karanlığına girişmede rahatlık-huzur var, incelmek-güzelleşmek var.

Ama insana içkin o adı koyulmaz zillet hep buralarda ve mesaisine ara vermeden devam ediyor; Mış gibi yapıyor, en incelikli rollere hakikat kisvesi giydiriyor.

Vaziyet zor, hesaplaşmak her yiğidin harcı değil.

Halil Cibran'ın anlattığı o mesel geliyor aklıma:

"Yaşlı bir denizci bir zamanlar bana, 'Bundan otuz yıl önce kızım bir gemiciyle kaçtı,' diyerek anlatmıştı hikâyesini. 'Her ikisine de içimden beddua ettim. Çünkü kızımı çok seviyordum. Dünya bir tarafa, kızım bir tarafaydı.

Aradan çok geçmedi, bu gemici gemisiyle beraber denizin dibine gömüldü. Ve aynı kazada, gemiciyle beraber ben de kızımı kaybetmiş oldum.

Şimdi aynaya bakarken hem o gencin, hem de kendi kızımın katilini görüyorum yüzümde. Çünkü, çok iyi biliyorum, benim ettiğim bedduaydı onların başına bu felaketi getiren. Bunun içindir ki yolum mezara yaklaşırken, Tanrı'dan bağışlanma diliyorum.'

Ama yaşlı adam bunları anlatırken, tuhaftır, sesinde sanki yaptığı bedduanın gücüyle gurur duyduğunu hissettiren bir övünme tonu varmış gibi geldi bana."

(Halil Cibran. Gezgin. Çev. Cahit Koytak. Kapı Yayınları, 2012: s. 75)

25.6.13

Bir ziyaret

"Bu kahrolası yeryüzünün o büyük yalnızı.

Onu ne denli seviyorum.

Dün kız kardeşinin evinin önünde durdum. Via Corso Poscoli 9. Sini/Pavese zilini birkaç kez çaldım. Beş giriş kapısı olan, büyük bir yapı. Kentin yeni gelişen yörelerinde. Yüzlerce pencere gerisinde, yüzlerce ailenin barındığını yansıtan bu büyük yeni yapılar ne denli dayanılmaz bir görünüm içinde karşımda. Özellikle temmuz günü sıcağının parlak ışığı altında Maria, seksen dört yaşında. Burada kızı ile yaşıyor. Kızı hiç evlenmemiş. İlkin babasına bakmış, şimdi de annesine bakıyor. Pavese'nin "Yalnız Kadınlar" romanını düşünüyorum. Bazı insanlar sabır, bazıları sabırsızlık dolu. Ben ikincilerdenim. Bu can sıkıcı büyük yeni yapı altında, ilk kez onun intiharını sevinçle karşılıyorum. Yaşamadığına, burada oturmadığına, kentin bu yeni mahallelerine hiç taşınmadığına, bu sokakları, bu evleri görmediğine seviniyorum.. Bu caddeler ve evlerin yüzleri, insana korku veren parlak ışıkla bezeli. İnsan neden bu yaşama daha çok katlansın. Neden bu dayanılmaz yalnızlığa daha çok katlansın. Neden bu parlak ve zamansız ışığa daha çok katlansın. Neden kendisiyle birlikte doğmuş intihar özlemini daha çok taşısın."


(Tezer Özlü'nün çok ama çok güzel kitabı Yaşamın Ucuna Yolculuk'tan. Üzülmeli sevinmeli mi bilmiyorum ama Pavese'yi hiçbir kadın bu kadar çok sevmemiştir. Ne yaşarken ne öldükten sonra.)

22.6.13

Yasaklı kitaplar

Hamid Dabashi'nin Ketlenmiş Halk: İran isimli kitabı ülkenin 200 yıllık kültür ve siyaset tarihini iç içe anlatıyor ve içerdiği yoğun bilgiye nispeten çok kolay okunuyor. Bol hikâyeli, bol tecrübe aktarımlı bir metin olmasında büyük ölçüde bu kolay akışın sırrı. Öyle ki Dabashi bütün metni bir "hikâye avcısı" edasıyla kotarıyor.

Ama gelin görün ki, söz konusu hikâyeleştirme eğiliminin koca ülkenin tecrübesini indirgediğini ve seyreltikleştirdiğini düşünmeden edemiyorsunuz. Tatlılaştırırken ve sıradan okur için akıcı kılarken hakikati kaybettiğinizi, en azından "modifiye edilmiş" bir hakikatla karşı karşıya kaldığınızı hissetmeniz işten değil.

Kitapta, "inananayım mı?" diye kendimle ve Hamid Bey'le kavga ettiğim sayısız "tatlı" yerden biri aşağıda. Güzel, hoş, manidar ama inanayım mı?

"(Yasaklı) kitapları okumaktan duyulan yıkıcı haz, benimle aynı kuşaktan olan ve kolayca bulunan kitaplara yasal oldukları için kuşkuyla yaklaşan İranlıların en belirleyici özelliği olmuştur hep. 1976'da ABD'ye gelip Pennsylvania Üniversitesi'nde eğitim almak üzere Philadelphia'ya gittiğimde, yaklaşık bir sene boyunca üniversitenin kitabevine gidip Marx'ın kitaplarıyla dolu raflara bakıp durdum. Hem de yanlarına yaklaşma bir türlü cesaret edemeden, zira CIA'nın (ya da başka bir gizli örgütün) bu düzen karşıt kitapları satın alanları izlediği konusunda en ufak şüphem yoktu. Yan raftaki Joseph Conrad kitaplarına bakıyormuş gibi yaparak belli bir mesafeden Kapital'in hacimli ciltlerine bakar, bu arada da dükkândaki güvenlik kameralarını kontrol ederdim endişeyle (ve içimden, 'bu akılsız Amerikalıları işte böyle kandırıyorlar' diye geçirirdim). Bu kameraların kaydettiği görüntülerin doğrudan CIA'nın Philadephia ofisine gönderildiğini ve burada bir SAVAK [İran gizli servisi] ajanının oturup kahvesini yudumlarken beni büyük ağabeyimiz Yoldaş Karl'ın bir kitabını alırken izlediğini (kâbuslarıma bile giriyordu bu) ancak benimki gibi üstün (ve komplolara karşı tetikte) bir zekâya sahip olanlar bilebilirdi. Haftalar ve aylar boyunca Marx'ın bu çok güzel baskılarını uzaktan izlerken ne de büyük bir dehşet ve coşku yaşamıştım. En sonunda bütün cesaretimi toplayarak, bunlardan birini (hatırladığım kadarıyla Alman İdeolojisi) aldım, bir sürü Conrad ve Hemingway'in arasına sakladım ve kitabevinin kırtasiye bölümünde bir köşeye geçip Karanlığın Yüreği'nin arasında okudum. Kararımı verip birkaç kitap seçmem, ki bunların arasında Kapital'in üç cildi de vardı, kitapları kasaya götürüp satın aldıktan sonra eve gitmem, belki bir (belki iki) yılımı aldı. Bu süre zarfında Marx'ı gömleğimin içine sokup kitabevinden çalmayı pek çok kez aklımdan geçirmiştim."


(Hamid Dabashi. İran: Ketlenmiş Halk. Çev. Emine Ayhan. İstanbul: Metis, 2008: 122-23.)