Modern edebiyatın birçok başyapıtı eyleyemeyenlerin, uyamayanların, oyuna dahil olamayanların "hayatı kıvıranlar"a karşı bir saldırısı olarak okunabilir. Öfkeyle ironi arasında salınan bir saldırı olarak.
Fakat, Pessoa'nın Huzursuzluğun Kitabı'nda ruhdaşlarına kıyasla daha az öfke, daha az ironi var. Kendi "uyumsuz" hayatının faziletlerini arar, mitolojisini kurarken başkalarıyla ilgilenmeyecek kadar meşgul ya da mağrur bir yazarla karşı karşıyayız.
Ama bu dışarıyı umursamayan tavır yer yer yırtılıyor, arkadan bağırmak isteyen, kavga etmek isteyen öfkeli bir genç adam fırlıyor. Bir yerde "Esas ayrım uyumlularla uyumsuzlar arasında: Kalanı edebiyat hem de kötü edebiyat" (269) diyor mesela; kendisine düşman biçiyor, kardeş arıyor. Ama öfkesinin en hoş yerleri hep özenle geri durduğu saldırı timine bütün özeni bir kenara bırakarak katıldığında ortaya çıkıyor:
17 Şubat 1932"Dünya hiçbir şey hissetmeyenlere aittir. Eylem adamı olmanın birinci şartı, duyarsız olmaktır. Hayatı sürdürmek temel olarak eylemi tetikleyen özelliğe yani iradeye bağlıdır. Ne var ki iki şey eylemi köstekler: duyarlılık ve nihayetinde duyarlı bir düşünceden başka bir şey olmayan analitik düşünce. Her eylem, doğası gereği kişiliğimizi dış dünyaya yansıtır, dış dünya da büyük oranda insanlardan oluştuğu için kişiliğimizi yansıttığımız zaman esas olarak bir başkasının yolunu kesmiş, eyleme biçimimizle ötekileri huzursuz etmiş, yaralamış, ezmiş oluruz.
Demek ki eylemek için başkalarının kişiliklerini, sevinçlerini ya da acılarını tahayyül etmekten kaçınmalıyız. Birine yakınlık duyduğumuz anda her şey biter. Eylem adamı için dış dünya atıl maddelerden kuruludur - üzerinden atlayıp geçtiği ya da yoluna çıkınca ittiği bir taş gibi kendiliğinden atıl olanlar vardır; bir de karşısında pes eden bir insan gibi atıl olanlar, belki taştan farksızdır insan da, çünkü eylem adamı ona da aynı şekilde davranır: Ayağıyla iter ya da üzerinden atlayıp geçer.
Eylem adamlarının en üstün örneği strateji uzmanlarıdır, çünkü önemli olduğu kadar, çok yoğun dikkat isteyen bir eylemdir onunki. Hayat bir savaştır, sonuç olarak her çatışma hayatın bir sentezidir. Strateji uzmanı, satranç oyuncusunun taşlarla oynadığı gibi insan hayatlarıyla oynar. Bu oyundaki her hamlenin binlerce ocağı söndürdüğünü, üç bin yüreği acıya boğduğunu düşünse, strateji uzmanı ne hale gelirdi acaba? İnsan gibi insan olsak dünya ne hale gelirdi? İnsanoğlu gerçekten hissedebilse, uygarlık diye bir şey olmazdı. Sanat, eylemin mecburen unuttuğu duyarlığa ulaşmanın yoludur. Sanat, öyle gerektiği için bırakılmış olan Külkedisi'dir.
Bütün eylem adamları esasında enerjik ve iyimserdir, çünkü hiçbir şey hissetmezseniz mutlu olursunuz. Bir eylem adamını hep keyifli olmasından tanırsınız. Asık suratla çalışanlar ise, ikinci dereceden eylemci sayılır; hayatın içinde, genel, büyük hayatın içinde bir muhasebe yardımcısı olabiliriler, mesela benim gibi. Ama hiçbir şekilde olaylara ve insanlara hükmedemezler. Kumanda edebilmek için duyarsızlık gerekir. Başkalarını yönetmenin yolu neşeli bir mizaca sahip olmaktır, çünkü hüzün, hisleri olanların harcıdır."
(F. Pessoa. Huzursuzluğun Kitabı. Çev. Saadet Özen. Can, 2006: 290-291)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder