16.9.11

Varlık'ta Kürtçe edebiyat dosyası

“Osmanlı ve Türkiye edebiyatının” aslında “Osmanlı ve Türkiye edebiyatları” olduğunu anlamamızda son yıllarda Laurent Mignon’un yaptığı ve yaptırdığı çalışmaların ciddi katkısı oldu. Hocanın Varlık dergisinin Eylül 2011 sayısı için öğrencileriyle beraber hazırladığı “Kürtçe Edebiyat Odağında Karşılaşmalar, Karşılaştırmalar” başlıklı dosya, bu katkının yeni bir evresini gösteriyor.

Dosyada hepsi ilginç ve benim gibi konu hakkındaki cahil okuyucuları bilgilendirecek dört önemli makale var.

İlk yazıda Servet Erdem, Kürtçe ve Türkçe romanlarda dilin kimlik meselesi bağlamında ideolojik algılanışını tartışıyor. Tanzimat’ın ve Cumhuriyet’in erken dönem romanlarında, Türkçe kaybının yarattığı tedirginliğe ve tepkiye temas edip, yakın zamanlarda yazılan Kürtçe romanlardaki dil kaybı, dil bilmezlik, eksik dillilik hallerini anlamaya çalışıyor. Erken dönem Türkçe romanda züppelik, efeminelik, milli kimlik kaybı hissiyatının, dil düzeyinde yabancı dillerle (özellikle Fransızca ile) karışmış bir Türkçe olarak tezahür ettiğini ilgili okur biliyor. Peki malum sebeplerle en azından çift dilli bir dünyada yaşayan Kürtçe romanda durum ne? Servet Erdem, Kürtçenin paralel evreninde meselenin aynı şekilde işlemediğini, özellikle Türkçe ile karışmış bozuk Kürtçenin “baskı, zorlama ve yasak merkezinde genel bir problem olduğunu” gösteriyor: “Türkçe romanlarda öteki dilde konuşmaya çalışanlar ağırlıktadır; Kürtçe romanlarda ise öteki dilde konuşturulmaya çalışanlar” (7).

Bir sonraki yazıda Ayhan Tek, ilk Kürtçe mesnevi Mem û Zîn (1694) ile Osmanlı’da mesnevinin zirvesi olarak görülen Hüsn ü Aşk’ı (1782) karşılaştırmalı okuyor. Yazı Kürtçe klasik edebiyatı merak edenler için oldukça bilgilendirici. Metnin benim için en ilgi çekici noktası Kürt şairler için şiirlerini sunacak bir patronaj sisteminin bulunmadığı iddiası oldu.

Ömer Faruk Yekdeş’in yazısında Nâzım Hikmet ve Cegerxwîn’in şiirlerinde gelenek ve siyasetle ilişkisi bağlamında aşkın işlenişi irdeleniyor. Dünya görüşü birbirine iki yakın şairdeki koşutluklara işaret eden yazar iki şairin de gelenekteki aşk anlayışıyla hesaplaştıklarını ve gelenekten biçimsel olarak yararlanmalarına rağmen çok daha somut ve maddeleşmiş bir aşk anlayışı yarattıklarını iddia ediyor. Böylelikle aşkın iki şairde de öznel alandan sıyrılarak toplumsal-siyasi bir ifade alanı kazandığını söylüyor.

Dosyanın son yazısında Ruken Alp, Filistinli kadın şair Hanan Avvad ile Kürtçe yazan kadın şairler Fatma Savcı ve Gulîzer’in şiirlerini karşılıklı değerlendiriyor. Bugün siyasi tartışmalarda Filistin meselesi ile Kürt meselesinin yan yana düşünülmeye çalışıldığı akla getirilirse bu yazı fikrinin önemli olduğu söylenebilir. Bu karşılaştırmanın sonucunda yazar, Avvad’ın şiirlerinde vatanın bağımsızlığı fikrinin bütün şiiri kapladığı, kişisel sesin ortadan kalktığını, toplumsal direniş fikrinin şiirdeki kadınlığı örttüğünü; oysa Savcı ve Gülîzer’in şiirlerinde bireyselliğin ve kadınlığın önde olduğunu, Avvad’ın aksine cinselliğin görmezden gelinmediğini gösteriyor. İlkinde siyaset lehine ortaya çıkan estetik kaybın, Kürtçe yazan kadın şaiirlerde olmadığına işaret ediyor.  

Dosyanın çok zihin açıcı ve sonra gelecek çalışmalar için çok faydalı olduğuna inanıyorum. Yine de dosya üzerine genel olarak düşündüğümde aklıma takılan meseleler yok değil.

Birincisi, yazılarının hepsinin bir yandan neden ilgili karşılaşma eksenlerinin seçildiğine dair bir meşrulaştırma sorunu olduğu kanaatindeyim. Mesela neden Mem û Zîn başka bir eserle değil de Hüsn ü Aşk ile karşılaştırılıyor? İkisinin edebiyat tarihleri açısından kilit önemde olmaları yeter sebep mi? Ya da Filistin ve Kürt kadın şairleri birbirine koşut olarak düşünmenin zemini nedir? Politik retorikte tekrar edilegelen benzerlik iddiası yeter mi bunun için? Ya da neden Nâzım Hikmet ile Cegerxwîn’i karşılaştırıyoruz? İki modern sosyalist şairin aşkı farklı diller içinde maddi ve siyasal içerikli algılamalarını yan yana koymak bize ne söylüyor? Tabii ki dosyadaki yazıların uzun metinler olmadıkları, belki de bu sorular için daha hacimli metinler gerektiğini söyleyerek, haksızlık etme riskini savuşturayım.

Aklıma takılan bir başka mesele ise seçilen yazarların ve şairlerin Kürtçe edebiyatı ne kadar temsil ettiği. Örneğin Servet Erdem’in yazısını okurken çağdaş Kürtçe romanın toplam alanını, üretim ve tüketim dinamiklerini, tüm bunlar içinde referans verilen yazarların bu havuzda nerede durduğunu merak etmemek elde değil. Ya da Ruken Alp’in yazısına bakarak Figen Savcı ve Gülîzer’in Kürt kadın şairleri temsil kuvveti, konuyu bilmeyen benim gibi okurlar için soru işareti taşıyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nun ve Türkiye’nin kültürüne-kültürlerine bir yeniden bakma bir iade-i ziyaret döneminde olduğumuz; bunu tecrübe ederken de bir çokkültürlülük dönemecinden geçtiğimiz çok açık. Şimdi hâkimin yanına unutulanı, hep konuşanın yanına susturulanı koyma derdindeyiz. Bu yan yana getirme çabasının tarihi, kültürel ve siyasal açıdan memlekete dair daha hakiki bir resim koyacağını umuyoruz. Ama tam da bu çaba içinde ciddi bir yöntem krizi içinde olduğumuz, el yordamıyla ilerlediğimiz görülüyor. Umalım ki, bu gibi dosyalar derinlemesine tartışılsın ve söz konusu krizin aşılması için yeni imkânlar açılsın. 

2 yorum:

Adsız dedi ki...

Kürtçe romanın serüveni ile ilgili kapsamlı bir yazıya Tasfiye dergisinin Kürtçe edebiyat özel sayısında rast gelmiştim. Çeviri bir yazıydı sanırım. Ona bakılabilir.

Mehmet Fatih Uslu dedi ki...

Çok teşekkür ederim, bakacağım dergiye.