Dosyada hepsi
ilginç ve benim gibi konu hakkındaki cahil okuyucuları bilgilendirecek dört
önemli makale var.
İlk yazıda Servet
Erdem, Kürtçe ve Türkçe romanlarda dilin kimlik meselesi bağlamında ideolojik
algılanışını tartışıyor. Tanzimat’ın ve Cumhuriyet’in erken dönem romanlarında,
Türkçe kaybının yarattığı tedirginliğe ve tepkiye temas edip, yakın zamanlarda
yazılan Kürtçe romanlardaki dil kaybı, dil bilmezlik, eksik dillilik hallerini
anlamaya çalışıyor. Erken dönem Türkçe romanda züppelik, efeminelik, milli
kimlik kaybı hissiyatının, dil düzeyinde yabancı dillerle (özellikle Fransızca
ile) karışmış bir Türkçe olarak tezahür ettiğini ilgili okur biliyor. Peki malum sebeplerle en
azından çift dilli bir dünyada yaşayan Kürtçe romanda durum ne? Servet Erdem,
Kürtçenin paralel evreninde meselenin aynı şekilde işlemediğini, özellikle
Türkçe ile karışmış bozuk Kürtçenin “baskı, zorlama ve yasak merkezinde genel
bir problem olduğunu” gösteriyor: “Türkçe romanlarda öteki dilde konuşmaya
çalışanlar ağırlıktadır; Kürtçe romanlarda ise öteki dilde konuşturulmaya
çalışanlar” (7).
Bir sonraki
yazıda Ayhan Tek, ilk Kürtçe mesnevi Mem
û Zîn (1694) ile Osmanlı’da mesnevinin zirvesi olarak görülen Hüsn ü Aşk’ı (1782) karşılaştırmalı okuyor. Yazı Kürtçe klasik edebiyatı merak edenler
için oldukça bilgilendirici. Metnin benim için en ilgi çekici noktası Kürt
şairler için şiirlerini sunacak bir patronaj sisteminin bulunmadığı iddiası
oldu.
Ömer Faruk
Yekdeş’in yazısında Nâzım Hikmet ve Cegerxwîn’in şiirlerinde gelenek ve
siyasetle ilişkisi bağlamında aşkın işlenişi irdeleniyor. Dünya görüşü
birbirine iki yakın şairdeki koşutluklara işaret eden yazar iki şairin de gelenekteki
aşk anlayışıyla hesaplaştıklarını ve gelenekten biçimsel olarak
yararlanmalarına rağmen çok daha somut ve maddeleşmiş bir aşk anlayışı
yarattıklarını iddia ediyor. Böylelikle aşkın iki şairde de öznel alandan
sıyrılarak toplumsal-siyasi bir ifade alanı kazandığını söylüyor.
Dosyanın son
yazısında Ruken Alp, Filistinli kadın şair Hanan Avvad ile Kürtçe yazan kadın
şairler Fatma Savcı ve Gulîzer’in şiirlerini karşılıklı değerlendiriyor. Bugün
siyasi tartışmalarda Filistin meselesi ile Kürt meselesinin yan yana
düşünülmeye çalışıldığı akla getirilirse bu yazı fikrinin önemli olduğu
söylenebilir. Bu karşılaştırmanın sonucunda yazar, Avvad’ın şiirlerinde vatanın
bağımsızlığı fikrinin bütün şiiri kapladığı, kişisel sesin ortadan kalktığını,
toplumsal direniş fikrinin şiirdeki kadınlığı örttüğünü; oysa Savcı ve
Gülîzer’in şiirlerinde bireyselliğin ve kadınlığın önde olduğunu, Avvad’ın
aksine cinselliğin görmezden gelinmediğini gösteriyor. İlkinde siyaset lehine
ortaya çıkan estetik kaybın, Kürtçe yazan kadın şaiirlerde olmadığına işaret
ediyor.
Dosyanın çok
zihin açıcı ve sonra gelecek çalışmalar için çok faydalı olduğuna inanıyorum. Yine
de dosya üzerine genel olarak düşündüğümde aklıma takılan meseleler yok değil.
Birincisi, yazılarının
hepsinin bir yandan neden ilgili karşılaşma eksenlerinin seçildiğine dair bir
meşrulaştırma sorunu olduğu kanaatindeyim. Mesela neden Mem û Zîn başka bir eserle değil de Hüsn ü Aşk ile karşılaştırılıyor? İkisinin edebiyat tarihleri
açısından kilit önemde olmaları yeter sebep mi? Ya da Filistin ve Kürt kadın
şairleri birbirine koşut olarak düşünmenin zemini nedir? Politik retorikte
tekrar edilegelen benzerlik iddiası yeter mi bunun için? Ya da neden Nâzım
Hikmet ile Cegerxwîn’i karşılaştırıyoruz? İki modern sosyalist şairin aşkı farklı
diller içinde maddi ve siyasal içerikli algılamalarını yan yana koymak bize ne
söylüyor? Tabii ki dosyadaki yazıların uzun metinler olmadıkları, belki de bu
sorular için daha hacimli metinler gerektiğini söyleyerek, haksızlık etme riskini savuşturayım.
Aklıma takılan
bir başka mesele ise seçilen yazarların ve şairlerin Kürtçe edebiyatı ne kadar
temsil ettiği. Örneğin Servet Erdem’in yazısını okurken çağdaş Kürtçe romanın
toplam alanını, üretim ve tüketim dinamiklerini, tüm bunlar içinde referans verilen
yazarların bu havuzda nerede durduğunu merak etmemek elde değil. Ya da Ruken
Alp’in yazısına bakarak Figen Savcı ve Gülîzer’in Kürt kadın şairleri temsil
kuvveti, konuyu bilmeyen benim gibi okurlar için soru işareti taşıyor.
Osmanlı
İmparatorluğu’nun ve Türkiye’nin kültürüne-kültürlerine bir yeniden bakma bir
iade-i ziyaret döneminde olduğumuz; bunu tecrübe ederken de bir çokkültürlülük
dönemecinden geçtiğimiz çok açık. Şimdi hâkimin yanına unutulanı, hep konuşanın
yanına susturulanı koyma derdindeyiz. Bu yan yana getirme çabasının tarihi,
kültürel ve siyasal açıdan memlekete dair daha hakiki bir resim koyacağını umuyoruz.
Ama tam da bu çaba içinde ciddi bir yöntem krizi içinde olduğumuz, el
yordamıyla ilerlediğimiz görülüyor. Umalım ki, bu gibi dosyalar derinlemesine
tartışılsın ve söz konusu krizin aşılması için yeni imkânlar açılsın.
2 yorum:
Kürtçe romanın serüveni ile ilgili kapsamlı bir yazıya Tasfiye dergisinin Kürtçe edebiyat özel sayısında rast gelmiştim. Çeviri bir yazıydı sanırım. Ona bakılabilir.
Çok teşekkür ederim, bakacağım dergiye.
Yorum Gönder